BKNZ<--RSM

AÇIK ŞEHİR: ÇANAKKALE/AÇILIŞ

AÇIK ŞEHİR: ÇANAKKALE



08-27 Ocak 2010

Devlet Güzel Sanatlar Galerisi, Kordon/Çanakkale

Küratör: Hakan Kırdar

Sanatçılar: Funda Alkan, Tuncay Murat Atal, Müge Bilgin, Yeşim Denizhan, Mehmet Dere, Ersan Deveci, Sema Kayaönü, Dilay Koçoğulları, Emre Meydan, Nur Muşkara, Fırat Neziroğlu, Arzu Oto, Teslime Başak Özkutlu, Candan Öztürk, Sinem Pehlivan, Esra Sultan Şahin, Gülcan Şenyuvalı, Yaprak Yürek

////////////////////////////////////////////////////

“Açık Şehir: Çanakkale” sergisi, başlığını daha çok askeri alanda kullanılan ‘açık şehir’ teriminden ödünç alıyor. Bu terim, düşman saldırısına karşı savunma önlemleri alınmamış, içinde herhangi bir askerî hedef bulunmayan ve bu durumu önceden ilan edilmiş olan (1), kökleri derinlere giden tarihleriyle anılan şehirleri tanımlamak için kullanılıyor. Bu şehirler aynı zamanda ulusötesi bir bakış açısıyla insanlığın ortak kültürel mirası olarak kabul ediliyorlar. Örneğin II. Dünya Savaşı’nda Paris şehri açık şehir olarak ilan edilmiş ve hükümranlık 1945 yılına kadar işgalci güç olan Almanlara bırakılmıştır.

Dilimizde ‘açık’ sıfatıyla üretilmiş bir çok terim mevcuttur: açık alan, açık deniz, açık hava sahası, açık atölye, açık düşünce, açık görüş.. Bu sıfat hangi ismin veya kavramın önüne getirilirse o şeyi benzer şekilde nitelemektedir: tutuculuğun karşı tezi olarak açık görüşlülük ve hoşgörü sahipliği; önyargı geliştirme, içe kapanma ve iletişimsizliğin karşı tezi olarak diyalog, alışveriş ve paylaşım; düşmanlık besleme ve kaba gücün karşı tezi olarak barışçıllık, insana saygı ve demokratiklik..

Nitelenen şey bir şehir olduğunda ise 'açıklık'ın kapsadığı tüm bu niteliklerin o şehre atfedilebilmesi sözkonusu olabilmektedir. Açık Şehir: Çanakkale, aynı zamanda askeri, stratejik bir noktada bulunması itibariyle, bu anlamda belki de paradoksal biçimde bu nitelemenin elverişli bir metaforunu da bize sunmaktadır. Bilindiği gibi bölge antik çağda da (Troya Savaşı), modern zamanlarda da (Çanakkale Savaşı ve bugünün ekonomik savaş ortamında da) güç malikleri için dayanılmaz bir cazibe merkezi olagelmiştir. Böylelikle açıklık nitelemesi bize aynı zamanda, silahlardan arınmış sivil bir dünyanın özlemini birkez daha dile getirme fırsatı vermektedir. Bu bakış açısıyla ve sahip olduğu tarihsel geçmişiyle Çanakkale şehri de Türkiye’deki birçok şehir gibi ‘açık şehir’ olma potansiyeli gösteren önemli şehirlerden biridir. Şu anki yerleşim merkezinin 550 yıllık görece kısa tarihine karşın, bölgenin ilk yerleşim merkezi olarak 5000 yıllık Troya antik kenti hesaba katılırsa bu potansiyel daha net ortaya çıkmaktadır.

Salt tarihsel geçmişiyle değil özellikle 1960’lı yıllarla bir ivme kazanan Cumhuriyetin yeni kurumsallaşma atağıyla birlikte, sürekli büyüme eğilimi gösteren nüfüs devinimleri ve coğrafi genişlemeyle de, -tarihsel birikiminin zenginliğinin yanında- modern ve çağdaş bir şehir olan Çanakkale şehri, daha önce tarif ettiğimiz ‘açık şehir’ olma özelliklerini kazanmaya başlamıştır. Son 50 yılda kent; 8 kat nüfus olarak, 12 kat coğrafi olarak büyümüştür. Bütün bu yaşamsal devinim, her alanda durağan olmayan, istikrarsız bir yaşamın kültür öğesine dönüşmesine yol açmıştır. Her dönem insan hareketi olmuş, gidenler ve gelenlerle bir kentsel yaşam oluşmuştur. Göçler, kentin temel belirleyici insan unsurlarına dönüşmüştür. (2)

Şehrin, bir devinim kaynağı olarak, stratejik öneme sahip bir su yolu üzerinde yer alan boğazın kıyısında konumlanması da güçlü bir insan hareketliliği olgusunu yaratan önemli bir etken olarak karşımıza çıkmaktadır. İki kıtanın karasal bağlantısının coğrafi sonucu olarak her dönem yaşanan geçişler devinimin bir başka altlığını oluşturur. (3)

Tarihsel değerler ile kontrolden çıkmaması önkoşuluyla, coğrafi büyüme ve nüfüs artışının yarattığı tüm bu yaşamsal devinimin, şehri açık görüşlü, hoşgörülü; diyalog, alışveriş ve paylaşıma önem veren; barışçıl ve insana saygı duyulan bir demokratik ortama kısacası gerçek anlamda bir ‘açık şehre’ dönüştüreceği ortadadır.

Bu bağlamdan hareketle ‘Açık Şehir:Çanakkale’ sergisi kenti ve kentlilik olgusunu problem edinen farklı disiplinlerde üretilmiş birçok çalışmayı bir araya getirmektedir.

(Hakan Kırdar, 2 Ocak 2010)

1 Türk Dil Kurumu Sözlüğü
2 Çanakkale 2010 Tanıtım Kataloğu
3 a.g.e



“Bakış, İz ve Bellek II”den//Hakan Kırdar

























'Resimlerimin içinde yaşıyorum'



İzleyici, Bahar Oganer'in resimlerinde olan biteni hep sırtı dönük genç kadının bakış açısından görüyor. İşin ilginci, giysilerinden gördüklerine kadar, o figür sanatçının ta kendisi.

Küçük bir kız düşünün; yaşıtları enerjilerini oradan oraya zıpalayarak tüketip, türlü yaramazlıklarla büyürken, bir köşede sessiz sedasız renkli dünyasının renklerini kâğıtlara döken. Her halde kimse sorma gereği duymamıştır ‘büyüyünce ne olacaksın kızım’ diye... O küçük kız şimdi ikinci kişisel resim sergisi ‘Kristal’le Nişantaşı Dirimart’ta.

Dokuz Eylül Üniversitesi Resim Bölümü mezunu ve aynı üniversitede yüksek lisansına devam eden Bahar Oganer’den bahsediyoruz. “İçinde yaşıyorum resimlerimin” dediği yapıtlarını görenler gerçekten de Oganer’in o tuvallere gizlediği ruhunu ve bedenini görebiliyor. Gizlediği diyoruz çünkü her tabloda farklı kompozisyonlarla yüzünü göstermeyen genç kadın ta kendisi. ilk sergisi ‘Rüya’yı 2008 Haziran’da yine Drimart’ta açan sanatçı, aslında İzmir’de yaşıyor. Hocaları ön ayak olmuş resimlerini İstanbul’a taşımasına. Neden İstanbul denildiğinde; “Sanat piyasasının merkezi istanbul, insanlara ulaşmak için burada bir şeyler yapmam gerekti,” diyerek açıklıyor.

Tuval üzerine akrilik kullanan Oganer, büyük ölçülerde ve kare formlarda çalışıyor tablolarını. “Bakıldığında düz boyama mı, makine işçiliği mi ayırt edilemeycek ölçüde temiz çalışıyorum, akrilik ve tuval benim için uygun malzeme. Kendimi kullanıyorum resimlerimde. Kadın figürü olması benim için önemli, her kadın olabilir ama kendimi kullanmak daha kolay” diyen Oganer, resimlerindeki sırtı dönük figürler kullanmasının nedenini “Figürlerimin sırtı dönük çünkü kendi izlediği alanı yani bakışını size hapsediyor. Siz onun izlediği yerden bakıyosunuz, bir kadrajda sıkışıyorsunuz” diye açıklıyor.

Fotoğrafı soyutluyor
Fotoğraf çıkışlı resimler yaptığını anlatan Oganer, “Fotoğrafı soyutlamayla dönüştürüyorum. Aslında çalışmalarımın temeli öğrencilik işlerim. Daha küçük boyuttaydılar ama yetmiyor; daha büyük tuvaller daha büyük paneller. Büyüdükçe hem ben tatmin oluyorum hem de sanatsal açıdan daha etkili oluduğunu düşünüyorum. Zaman içinde tabii ki değişicektir bu görüşler ve istekler” diyor.

Oganer, eserlerini ve yapılış süreçlerini ise “Resimlerimi yaparkan önce dekor ve kostüm hazırlığı yapıyorum sonra kompozisyon. Fotoğrafları da eşim çekiyor. 100-150 kadar fotoğraf arasından seçim yapıyoruz. Sonra da projeksiyonla yansıtıp sınırlarını çizerek resmime başlıyorum. Renkleri kompozisyonla uyumlu bir şekilde değiştiriyorum, o an canım nasıl isterse. Tablolarım tamamen yaşam tarzımı anlatıyor. İçlerinde yaşıyorum, resimlerdeki figür benim. Onlar benim kıyafetlerim, malzemelerim, kurgularım. Çok fazla dolaşıyorum, topluyorum, çiziyorum, yerleştiriyorum yani çekilen fotoğraflar tesadüf değil hepsini hazırlıyorum. Renklerin daha canlı olabilmesi içinde özel bir dekorasyon malzemesi kollanıyorum. Renk ve desen kaygım hiçbir zaman olmadı” sözleriyle anlatıyor.

Tuvaller cıvıl cıvıl, rengârenk ama kristal bunun neresinde? Tabii ki renklerinde. Kristali ışığa tutunca yansıttığı renklerden alıyor ismini sergi. ‘Rüya’yla ‘Kristal’in farklarını mekân ve boyut olarak özetleyen sanatçının bir buçuk yılda hazırladığı dokuz adet eseri mekân duvarlarını süslüyor. “İleride tablolarım daha da büyüyebilir, yavaş yavaş yüz de görünebilir,” diyerek bir sonraki sergisi için ipuçları veren Bahar Oganer’in işleri 10 Ocak’a kadar Dirimart’ta görülebilecek.

CEREN AKARDAŞ

Bahar Oganer Kişisel Sergisi Kristal ile Drimart'ta

Türkiye sanatının Berlin gösterisi

Hayalet Beton, Dargın Ağaç, Dikbaş Tepe



16 Kasım - 4 Aralık 2009

Sanatçılar: Ahmet Uhri, Candan Öztürk, Ezgi Yakın, Hayal İncedoğan, Nejat Satı, Yaprak Oğuz

Kuratör: Borga Kantürk

Açılış: 16 Kasım 2009 Pazartesi 18.00 - Fransız Kültür Merkezi, İzmir

Sergi, "Kent" kavramına güncel bir bakışı içeriyor. İzmir'de yaşayan ve üretim gösteren altı sanatçının kurgularına yer veren sergi, sanatçılar ile yaşadıkları şehir arasındaki etkileşime vurgu yapıyor. Burada söz konusu edilen, farklılık ve geçişlilikler; bölgesel, sosyal, coğrafi ve kültürel katmanları kapsıyor. Bu bölgeler arasındaki kimi yerde yaşanan geriye çekilmişlik, gerginlik, uzlaşmasızlık, günümüz kentinin huzursuz gerçeğini gözler önüne seriyor. Tüm bu katmanlar eşliğinde, kenti tıpkı bir haritaymışçasına önce bölümleyen, ayrıştıran, sonrasında da tümleşik kent manzarasına ulaştırmayı hedefleyen sergi, sanatçılarının yol göstericiliği eşliğinde, şehrin sakinlerini içeriye davet ediyor.

Ramazan Bayrakoğlu @ Istanbul Next Wave


EŞZAMANLILIK-KOŞUTLUK-KARŞITLIK

Modern ve Çağdaş Sanat Sergisi

İstanbul-Berlin 20. yıl Kardeşşehir projeleri çerçevesinde İstanbul Büyük Şehir Belediyesi, Akademie der Künste ve Berlin Senatosu işbirliğiyle gerçekleşen bir projedir.

Küratörler: Çetin Güzelhan (Başküratör), Beral Madra, Levent Çalıkoğlu, Johannes Odenthal

12.11.2009 – 03.01.2010, Akademie der Künste, Pariser Platz

12.11.2009 – 17.01.2010, Martin-Gropius-Bau und Akademie der Künste, Hanseatenweg

Türkler kadar Avrupa’yla yakιn ilişkileri olan ve son bin yιllιk tarihi "Eşzamanlı-Koşut-Karşıt" pozisyonlarla paylaşan başka bir İslam Ülkesi bulunmamaktadır. Ortaçağdan günümüze Türkler ve Avrupalılar bir çok alanda hem birbirlerine rakip hem de dost olmuşlardır. Bu tarihsel süreç her iki kültürün de sanatlarına yansιmιştιr.

2009 Berlin-Istanbul 20. yιl etkinlikleri çerçevesinde gerçekleştirilecek "Istanbul Next Wave, Eşzamanlιlιk-Koşutluk-Karşιtlιk" sergisi bu yakιn ilişkiyi ve ortak tarihi süreci, sanat tarihi araçlarıyla Istanbul´un bakιş açιsιndan ele almaktadιr. Uluslararasι büyük bir saygιnlιğι olan Martin Gropius Bau, Akademie der Künste Pariser Platz ve Hanseaten Weg´de gerçekleştirilecek bu sergiyle Türkiye´nin çağdaş sanatι ilk defa bu kapsamlιlιkta ve bütünlükte Avrupa da gösterilmiş olacaktιr.

Istanbul, müslüman ve aynι zamanda levanten geleneğiyle özgün bir metropoldür ve tarihsel sürecinde kendine has bir Modernlik yaratmıştır. Bu süreç Atatürk´ün Cumhuriyeti kurmasıyla yeni bir ivme kazanmıştır. Istanbul’un, bin yıllara dayanan kültür zenginliği, hem bu şehrin insanlarına hem de zengin sanat ortamına baz oluşturmaktadır. Bunun arkasında kültürel katmanların kompleks ve karmaşık bağıntıları vardır. Istanbul kendine güç santralı haline getirdiği bu özelliği ile emsalsizdir.

Küratörler ekibi, Çetin Güzelhan´ın öncülüğünde, çesitli vurgularla Türkiye´nin modernliğini değişik açılardan sunmaktalar. Martin Gropius Bau Müzesinde „Istanbul Modern Berlin“ başlιğι altιnda ülkemiz sanatιnιn genel bir tanιtιmι yapιlacaktιr. İstanbul´un tarihten günümüze süregelen ihtişamı ve özellikle İslam kültüründeki yenilikçi özel konumu bu bölümün girişinde multimedyal görseller ile sunulacak. Buradan orjinal eserlerden oluşan kιsιmlara geçilip güncel sanata kadar olan sanat tarihimiz genel bir bakιşla tanιtιlacak. (Küratörler: Levent Çalוkoğlu, Çetin Güzelhan). Pariser Platz’da geçmişten günümüze kadιn sanatçιlar ve kadιn hareketleri bilgi panolarιyla sunulacak. Orjinal yapιtlardan oluşan ana sergi, 1980 lerden günümüze Istanbul sanat ortamιnιn dinamizmini kadιn sanatçιlarla sergileyecek. (Küratörler: Beral Madra, Çetin Güzelhan).

Hanseatenweg´de Istanbul´un kosmopolit yapιsιndaki değişik sanaçι pozisyonlarιndan bir kesit sergilenecek. Eleştirel bir tavιrla, toplumsal konularι ve çelişkileri eserlerine yansιtan sanatçιlarιmιz burada bir araya getirilecek. Böylelikle Istanbul´un çok katmanlι ve çeşitli sanat zenginliği Berlin´de tanιtιlmιş olacaktιr. (Küratörler: Çetin Güzelhan und Johannes Odenthal).

SANATÇILAR

Istanbul Modern Berlin Martin-Gropius-Bau

Haluk Akakçe, 1970
Erol Akyavaş, 1932 – 1999
Özdemir Altan, 1931
Avni Arbas, (1919 – 2003)
Hale Asaf, 1905/1906 – 1938
Ferruh Başağa, 1914
Bedri Baykam, 1957
Ramazan Bayrakoglu, 1966
Aliye Berger, 1903 – 1974
Nurullah Berk, 1906 – 1982
Sabri Berkel, 1907 – 1993
Semiha Berksoy, 1910 – 2004
Bubi, 1956
Cihat Burak, 1915 - 1994
Ibrahim Çalli, 1882 – 1960
Ali Avni Celebi, 1904 – 1933
Taner Ceylan, 1967
Adnan Çoker, 1927
Cevat Dereli, 1900 – 1989
Nejat Melih Devrim, 1923 – 1995
Ismet Dogan, 1957
Burhan Doğançay, 1929
Feyhaman Duran, 1886 – 1970
Ayşe Erkmen, 1949
İnci Eviner, 1956
Bedri Rahmi Eyüboğlu, 1911 – 1975
Leyla Gediz, 1974-
Hamit Görele, 1894 – 1981
Mehmet Güleryüz, 1938-
Nedim Günsür, 1924 – 1994
Nazmi Ziya Güran, 1881 – 1937
Mustafa Horasan, 1965
Balkan Naci İslimyeli, 1947
Doğan İsmet, 1957
Ergin İnan, 1943
Nuri İyem, 1915 – 2005
Zeki Faik İzer, 1905 – 1988
Gülsün Karamustafa, 1946
Zeki Kocamemi, 1900-1959
Temür Köran, 1960
Komet, 1941
İrfan Önürmen, 1958
Erkan Özgen, 1971
Şener Özmen, 1971
Hikmet Onat, 1882 – 1977
Ahmet Oran, 1957
Mübin Orhon, 1924 – 1981
Mustafa Pancar, 1964
Orhan Peker, 1926 - 1978
Sarkis, 1938
Yusuf Taktak, 1951
Hale Tenger, 1960
Cemal Tollu, 1899 -1968
Canan Tolon, 1955
Selim Turan, 1915 – 1994
Ömer Uluç, 1931
Adnan Varinca, 1918
Nil Yalter, 1938
Pınar Yolaçan, 1981
Fahrelnissa Zeid, 1901 – 1991

Boden unter meine Füßen, nicht den Himmel Akademie der Künste, Pariser Platz

Yeşim Ağaoğlu
Gülçin Aksoy, 1965
Nancy Atakan, 1946
Atıl Kunst
Nazan Azeri, 1953
Handan Börüteçene, 1957
Ipek Duben, 1941
Nezaket Ekici, 1970
Gözde İlkin, 1981
Gül Ilgaz, 1962
Cemile Kaptan, 1977
Şükran Moral, 1962
Nazlı Eda Noyan, 1974
Neriman Polat, 1968
Necla Rüzgar, 1972
Gülay Semercioğlu, 1968
Nalan Yırtmaç, 1969

Sechs Positionen kritischer Kunst aus Istanbul Akademie der Künste, Hanseatenweg

Halil Altındere, 1971
Bedri Baykam, 1957
Altan Gürman, (1935 – 1976)
Balkan Naci İslimyeli, 1947
Şükran Moral, 1962
İrfan Önürmen, 1958

KÜRATÖRLER

Çetin Güzelhan Küratör ve Sanat Tarihçisidir. İstanbul Tatbiki Güzel Sanatlar Akademisini bitirdikten sonra, Istanbul Devlet Güzel Sanatlar Akademisi’ndeki Yüksek Lisans öğrenimine (Adnan Çoker) başladι ve Alman Devlet Bursuyla (DAAD) Hamburg Güzel Sanatlar Akademisinde tamamladι. Daha sonra Hamburg Üniversitesi Sanat- ve Kültürtarihi bölümünü bitirdi. Mastιr çalιşmasιnι Londra Aby Warburg Enstitüsü ve Oxford Bodlean Kütüphanesinde burslu olarak yapmιştιr. Aby Warburg hakkιnda Topkapı Müzesi Arşivinde 1992 ile 1994 yılları arasında araştırmalarda bulunmuş olup, 1984 yılından itibaren Almanya ve Türkiye’de pek çok küratörsel ve sanat tarihi konulu çalışmalar yapmıştır. Kendisi 2007 yılından itibaren "Contemporary Istanbul" Sanat Fuarı’nın küratör ve sanat danışmanıdır. Çetin Güzelhan "Istanbul Next Wave" Berlin Sergisinin Baş Küratörlüğünü yapmaktadır.


Beral Madra sanat eleştirmeni ve küratördür. Kendisi İstanbul’da yaşamakta ve çalışmakta olup, 1984 yılından itibaren BM Contemporary Art Center’i, 2007 yılından itibaren BM-Suma Galerideki merkezden BM Contemporary Art Center’i yönetmektedir. Birinci (1987) ve ikinci (1989) İstanbul Bianelini koordine etmiş, Türk sanatçıları ile 43., 45., 49., 50. ve 51. Venedik Bianellerindeki sergilerin küratörlüğünü yapmıştır. Kendisi 1984 yılından itibaren yerel ve uluslararası sanatçıların solo veya grup sergilerini İstanbul’da kendi sanat merkezinde ve diğer resmi sanat kuruluşlarında organize etmektedir. Beral Madra 1995 yılından itibaren Berlin Senatosu’nun İstanbul Burslu Öğrenciler Programı’nın sanatsal sorumlusudur. Ayrıca Diyarbakır Art Centre’nin (2002 yılının Eylül ayında kurulmuştur) kurucu üyesi, Türkiye AICA’nın kurucu üyesi ve başkanı (2003 yılında kurulmuştur) olup, AMCA’nın (Association for Modern and Contemporary Art of the Arab World, Iran, and Turkey, www.amcainternational.org) kurucularındandır. En yeni sergileri şunlardır: Check in Europe, Münih Avrupa Patent Dairesi, 2006; Sinopale, küratör danışmanı Ağustos 2006 ve 2008; Neighbours in Dialogue, Sarayevo Ars Aevi Kolleksiyonu Sergisi, 2007 yılında Istanbul’da, 2008 yılında Sarayevo’da; Captivated by Bakhchesaray, Crimea, 2008; Between Arrival and Departure-Istanbul Scholarship Artists, 2009; Making Interstices, Merkezi Asya Pavyonu, 35. Venedig Bineyali, 2009. Beral Madra Kültür Başkenti İstanbul 2010’nun eğitici sanatlar bölümünün yöneticisidir. Kendisi 1980 yılından itibaren günlük gazeteler için makaleler ve eleştiriler yazmakta olup, 1999 yılından itibaren Radikal’de yazarlık yapmaktadır. En son yayınları: "Neighbours in Dialogue", yayımcı Beral Madra/Ayşe Orhun Gültekin, Norgunk Publishers, Istanbul, 2007 ve "MAIDAN", yayımcı Beral Madra, BMCAC Yayınları, İstanbul, 2007. Beral Madra "Istanbul Next Wave" için Pariser Platz’daki Sanatlar Akademisi’nde Çetin Güzelhan ile birlikte "Boden unter meinen Füßen, nicht den Himmel" sergisinin küratörlüğünü yapmaktadır.


Levent Çalוkoğlu küratör ve sanat eleştirmenidir. İstanbul Modern Sanat Müzesi'nin şef küratörlüğünü yürütmektedir. Çalוkoğlu, Ankara Üniversitesi’nde sanat tarihi (Bachelor of Arts) lisans ve İstanbul Yıldız Teknik Üniversitesi’nde müzecilik (Master of Arts) yükseklisans öğrenimi görmüştür. Yıldız Teknik Üniversitesi Sanat Yönetimi Bölümü'nde öğretim görevlisi olarak ders vermektedir. Modern ve Çağdaş Türk Sanat Tarihi hakkında yayınlanmış pekçok makalesi bulunmaktadır. 1998 yılından bu yana ulusal ve uluslararası ölçekte pek çok serginin küratörlüğünü üstlenmiştir. İstanbul Modern, yine İstanbul’da bulunan Akbank Sanat, Yildiz Teknik Üniversitesi Sanat Galerisi ile Londra'da bulunan Space Triangle Gallery küratörlüğünü yaptığı sergilere evsahipliği yapmış kurumlardan bazılarıdır. Son olarak İstanbul Modern’de "Yeni Yapıtlar Yeni Ufuklar" adlı sergiyi düzenlemiştir (2009). Levent Çalוkoğlu "Istanbul Next Wave" çerçevesinde Çetin Güzelhan ile birlikte Martin-Gropius-Binası’ndaki "Istanbul Modern Berlin" sergisinin küratörlüğünü yapmaktadır.


Johannes Odenthal sanat tarihçisi ve yayıncı olup, 2006 yılından itibaren Berlin Sanatlar Akademisi’nin program görevlisi olarak çalışmaktadır. Kendisi Kolonya, Bonn ve Paris kentlerinde sanat tarihi ve arkeoloji öğrenimi görmüştür. 1986 yılında Tanz Aktuell magazinini kurmuştur. Bu magazin 1993 yılında kendisi tarafından yeni kurulan Ballett International/Tanz Aktuell magazininde sonlanmıştır. Buna paralel olarak pek çok Avrupa kültür projelerinin öncülüğünü ve organizasyonunu yapmıştır. Kendisi 1997 ile 2006 yılları arasında Berlin Dünya Kültürleri Evi’nde müzik, dans ve tiyatro bölümünün sanatsal yöneticiliğini ve diğerleri yanısıra Performing-Arts-Festivals IN TRANSIT’in girişimciliğini yapmıştır. Ağırlık noktalarını çağdaş sanatlar, kültür tarihi ve İnterkültüralite oluşturmakta olup, bu konu alanlarında pek çok sayıda kitaplar ve çalışmalar yayınlamıştır. Johannes Odenthal „Istanbul Next Wave” kapsamında Çetin Güzelhan ile birlikte Hanseatenweg’deki akademi binasında çağdaş Türk sanatçılarının politik pozisyonu konulu serginin küratörlüğünü yapmaktadır.

İzmir'de kültür-sanat adına 'Post-fuar dönemi'

Fulden Aran ve Emre Meydan Festival 2009 Incheon South Korea The International Art Exchange Exhibition'da















Röportaj: Ramazan Bayrakoğlu//1 KM. Sergisi/03



Biraz teknik ve detay gibi gelebilir ama, çerçevelerin camlı olmasının nasıl bir sakınca yarattığını düşünüyorsun?

Aslında çok basit, dikiş ile boya resminden farklı olarak bir doku, rölyefsi bir etki yaratıyorum, yani iplikle bir çeşit hacim yaratıyorum. Bu insanların dokunma isteğini kışkırtıyor, aynı zamanda bu hacmi yaratanın iplik ve bez olduğunu farkettiklerinde bu istek daha da artıyor. Sergideki resimleri cam arkasına koyarak resimlerin bu ayrıcalıklı özelliğini yarı yarıya engellemiş oldum. Bu bir bakıma heykeli cam fanus içinde sergilemeye benziyor. Aslında cam kullanılan bütün işlerde bir ikna zedelenmesi oluyor sanırım.

Röportaj: Ramazan Bayrakoğlu//1 KM. Sergisi/02

Hakan Kırdar: Samimi cevabından dolayı teşekkür ederim. Genelde bir sanatçıdan bu kadar açık bir kişisel sergi yorumu duymak çok sık rastlanan bir durum değil.

Serginin seni ikna etmediğini düşündüğün an, resimleri asıp, serginin bütününe bakabildiğin, telafisi artık mümkün olmayan bir an. Proje bazlı sergilerin temel sorunu da bu olsa gerek. “Serginin derdi tam çıkmadı ortaya” dedin. Neydi serginin asıl derdi?


Ramazan Bayrakoğlu: Bir sergiyi bir romanın kurgusuna benzetebilirim, öncelikle bir romanı okuyup tamamladığında bütünden kaynaklı bir ruh hali hissederim, romanın bana verdiği auradır bu. Öte yandan romanı ne kadar dikkatli okursam okuyayım, baştan sona kesintisiz olarak hatırlamam mümkün değildir. Bir bütün olarak aklımda tutamasam da vurucu olduğunu düşündüğüm noktaları hatırlarım. Bence sosyal psikolojiden anlayan bir roman yazarı da okuyucuyu buna göre yönlendirir. Bu noktalar taşıyıcıdır, romandaki diğer detaylar olay bütünlüğü ve sürekliliği için gerekli daha düşük uyarıcı bölümlerdir. Bir serginin kurgusu da bence aynen böyle bir şeydir. Sergi tek tek yapıtlardan bağımsız genel kapsayıcı bir duygu bırakmalı ve aynı zamanda bazı çalışmalar da spot olarak zihninde yer etmelidir. 1 km sergisinde bu genel auranın daha güçlü olması için çalışmaların boyutunun biraz daha büyük olması gerektiğini, ek olarak 10 yerine yaklaşık 13 resim olması ve hiçbirinin önünde cam olmaması gerektiğini söyleyebilirim. Galeri hacmi ile resim boyutu arasındaki denge çok önemli çünkü. Bu biraz aksadı diye düşünüyorum.

Öte yandan serginin ideolojik boyutunun anlaşılamayacağını belirmiştim. Burada kastettiğim günlük ideoloji bağlamında bir şey değil, kastettiğim şey resme dair bir durumun doğasını bozmaktır. Örneğin yağlıboyanın doğasını bozmaktır, resim boyutunun doğasını, kompozisyon, renk algısının doğasını bozmaktır. Ya da alışılagelmiş konu ve temaların doğasını da bozmaktır.

Örneğin resim sanatında genel çıplaklık algısı, genel bir peyzaj algısı vardır, sanatçının bu genel algıyı bozma çabası ideolojik bir açılımdır. Resmi, sanat yapan durum bence bununla ilgilidir, sanat nasıl genel algının doğasını bozmaya yöneliyorsa süs veya zanaat olanda bu doğayı korumaya ısrarla korumaya çalışır. Bu yüzden süs ve zanaat sanata dönüşmez. Fakat süs ve zanaatın doğasını bozma çabası sanatsal bir eylemdir. Daha genel söylersek sanatla ilgili veya değil, doğası bozuma uğratılmış her durum sanatsal algı potansiyeline sahiptir. Söylemek için yerimidir bilmiyorum ama güncel dediğimiz bir sürü sanat çalışması bu durumu kullanmaya yöneliktir ve üstelik bunun en kaba halini kullanır, doğal olarak bunlara kaba ideoloji de diyebiliriz.

Ben bu sergide resmin boya ile olan ilişkisini ve dijital görüntünün teknolojik algısını dikişi kullanarak bozmaya çalıştım. Sanırım en başarılı olanda bu durum oldu. Bu o kadar iyi oldu ki herkes buna kilitlendi. Fakat peyzaj görüntüleri sıradan kent peyzajlarının ötesinde bir ruh halinin karşılığı olarak fotoğraflanmış ve resme dönüştürülmüştü. Dikiş burada resmin aleyhine işleyerek bu ruh halinin görülmesini engelledi. Boyutları biraz daha büyük tutabilseydim dikişin bu negatif etkisini engelleyebilir aynı zamanda genel peyzaj algısının doğasını bozabilirdim. Fakat maalesef dijital malzemenin olanakları sadece bu boyuta izin veriyordu.

28. Günümüz Sanatçıları Sergisi'nden






Fulden Aran

Röportaj: Ramazan Bayrakoğlu//1 KM. Sergisi/01

Hakan Kırdar: Söyleşiye İstanbul, Dirimart'ta geçen haftalarda açılan kişisel sergin hakkında konuşarak başlayalım istiyorum. Sergi öncesinde, sergiyi kurgularken hedeflediğin amaçlara ulaştığını düşünüyor musun? Serginin "sesi" ve "tonu" istediğin gibi gerçekleşti mi?

Ramazan Bayrakoğlu: “1 km” başlıklı sergim benim ikinci kişisel sergim, ilk kişisel sergim Galeri Akdeniz’de (Ankara) gerçekleşmişti, fakat o sergi için herhangi bir yeni çalışma üretmeyip elimdeki mevcut resimleri kullanmıştım. Dirimart Galeri’deki bu sergi ise başlığı, teması ile tamamen planlıydı ve çalışmaların tamamı bu sergi için üretilmişti. Kısacası gerçek anlamda ilk kişisel sergi diyebilirim bu sergiye. Doğal olarak özel bir önem taşıması gereken bir sergi olmalı diye düşünüyor insan, fakat ne yazık ki bütün çabama rağmen bu öneme denk düşecek bir sonuç çıkmadı ortaya.

Bunun çeşitli nedenleri var, öncelikle kumaş resimlerin normal bir tuval resmine göre çok zaman alan ve yorucu ara işlemleri var, bu hem emek hem zaman anlamında beni kısıtlıyor. Tek bir resmin ortaya çıkması bile oldukça zor. Bu sergi için bir yıl önceden “Merkezsiz” başlıklı ve daha büyük resimlerden oluşan bir kurgu planlamıştım, fakat çalıştığım galerinin katıldığı sanat organizasyonlarında yer almak için kesintisiz olarak başka resimler üretmek zorunda kaldım ve doğal olarak sergi için inanılmaz az bir zamanım kaldı. “Merkezsiz” sergisinden doğal olarak feragat ederek paket projelerden birisi uygulamaya koydum. Sonunda görsel günlük olarak kaydettiğim görüntülerden ve üç asistan arkadaşın yardımıyla böyle bir sergi çıkardım ortaya. Serginin böyle sıkışmış olması bir problemdi elbette, fakat asıl rahatsız edici olan serginin garip bir şekilde ideolojisiz görünmesiydi. Başka bir açıdan söylersek istemediğim bir şekilde dekoratif görünmesiydi. Sergiyi kurguladıktan sonra galeri içinde şöyle dolaşıp bir baktığımda, resimlerin kesinlikle ticari amaçlı peyzaj resimleri olarak algılanacağını düşündüm. Bu benim için olabilcek en kötü senaryoydu. Malzemenin bu duruma yatkınlığına rağmen hiç hesaplamadığım bir şeydi bu. Kısacası serginin derdi tam çıkmadı ortaya. Gerçi sergi boyunca kimseden bir eleştiri almadım, fakat buna rağmen kendi sergimden ikna da olmadım.

Öte yandan görseli oluşturan malzeme sanatçı olarak benim her zaman derdim olmuştur. Bu nedenle kumaş malzemesini de bir dil problemi olarak kabul ettiğimi söyleyebilirim. Bu malzemenin hem algı hem sanatsal dil düzeyinde nasıl bir fark yarattığı, ve hangi içerikle nasıl örtüştürülmesi gerektiğini keşfetmek sanatçı olarak benim temel hedefim. “1 km” sergisinin en büyük kazancı da bu konuda kendimi sınama imkanı sunması oldu. İlk defa bu sergide kumaş resimlerini bir grup halinde görme şansım oldu. Bu sergi üstümü başımı düzeltmeden önce aynada kendimi ilk gördüğüm anki gibi bir görüntü sundu bana, bundan sonra bütün süreç deforme olmuş yerleri düzeltmekle geçecek.